Sağlık Profesyonellerinin Dergisi
23 Şubat 2018

2010 yılında tamamlanan TURDEP-II çalışmasına göre ülkemizde bilinen diyabet oranı yüzde 45 iken yeni diyabet tanısı yüzde 55’e ulaştı. 1998’de yapılan TURDEP-I’e göre, yeni tamamlanan TURDEP-II çalışmasında Türkiye’de diyabet sıklığı ise 12 yılda yüzde 90 arttı. Bu sonuçlar ülkemizde diyabetin en önemli toplum sağlığı sorunları arasında olduğunu gösteriyor.

Kontrol altına alındığında baş edilemeyecek bir sorun olmayan diyabetin tedavisi hastaya göre değişiyor ve bir hasta için uygun olan tedavi diğeri için uygun olmayabiliyor. Biruni Üniversite Hastanesi Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Esra Şuheda Hatipoğlu diyabet ve tedavi yöntemleri hakkında izledikleri yöntemler hakkında bilgiler veriyor.

Doç. Dr. Esra Şuheda Hatipoğlu, 2010 yılında tamamlanmış olan TURDEP-II çalışmasına göre ülkemizde bilinen diyabet oranı yüzde 45 iken yeni diyabet tanısının yüzde 55 olduğunu söylüyor ve ekliyor: “1998’de yapılan TURDEP-I’e göre, yeni tamamlanan TURDEP-II çalışmasında Türkiye’de diyabet sıklığı 12 yılda yüzde 90 arttı. Bu sonuçlar, ülkemizde diyabetin en önemli toplum sağlığı sorunları arasında olduğunu gösteriyor.”

Diyabet yönetiminde bunlara dikkat!

Obezitenin diyabet gelişimi için önemli bir risk faktörü oluşturduğunu vurgulayan Doç. Dr. Esra Hatipoğlu, vücut kitle indeksi ≥25 kg/m2 olan kişilerde, 40 yaşından itibaren 3 yılda bir diyabet taraması yapılması gerektiğinin altını çiziyor.

Kronik böbrek yetmezliği ve körlüğün en önemli nedeni diyabet

Doç. Dr. Esra Hatipoğlu etkilenen organ ve sistemler arasında en başta kalp, böbrek, göz ve damarlar ile periferik sinir sitemi bulunduğunu ve kalp damarlarındaki tıkanıklıkların da kalp krizine kadar ilerleyen süreçlere neden olduğunun altını çiziyor ve şöyle devam ediyor: “Böbrek tutulumu ile böbrek yetmezliği ile sonlanabilen kronik sorunlar ortaya çıkabiliyor. Göz tutulumu ile görme kaybı gelişebiliyor. Tüm dünyada kronik böbrek yetmezliği ve körlüğün en sık önemli nedenleri arasında diyabet yer alıyor. Periferik nöropati ayaklarda uyuşma, karıncalanma ve batma hissi oluşturarak kişinin hem uyku hem de hayat kalitesinde bozukluklara neden olabiliyor. Yine diyabetin geç komplikasyonları olan periferik nöropati, periferik arter hastalığı ve ayak travmaları ayak ülserlerine yol açabiliyor. Diyabet hastalarında yaşamları boyunca diyabetik ayak ülseri gelişme riski yüzde 12-15 arasında bulunuyor. Diyabetik ayak ülserleri hayat kalitesinin bozulmasına sebep oldukları gibi ampütasyona kadar ilerleyen istenmeyen sonuçlara da sebep olabiliyor. Bu nedenle hem şeker yüksekliklerinin önlenerek ayak ülserine yol açabilecek kronik komplikasyonların daha erken engellenmesi hem de ayak bakımı diyabetik hastalarda hayati önem taşıyor.”

Metformin şu anda tek seçeneğimiz

Tüm olumsuzluklara rağmen diyabetin önlenebilen ve kontrol edilebilir bir hastalık olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Hatipoğlu şöyle devam ediyor: “Çevresel faktörler özellikle de Tip 2 diyabetin gelişmesinde büyük oranda rol oynuyor. Hareketsizlik, yağlardan zengin, posadan fakir, kalorisi yüksek besinlerin tüketilmesi gibi olumsuz beslenme alışkanlıkları diyabet gelişiminde artışa yol açıyor. Bozulmuş açlık glukozu (Açlık kan şekeri 100-126 mg/dl) ile bozulmuş tokluk glukozu (75 gr oral glukoz yüklenmesi sonrasında 2.saat tokluk kan şekerinin 140- 200 mg/dl olması) prediabet olarak adlandırılan diyabet öncesi durumu yansıtıyor. Diyet ve egzersiz ile kilo kaybı prediabeti olan bireylerde diyabet gelişimini önlemek için oldukça etkili. İlaç olarak metformin şu an için bu amaçla kullanılabilecek tek seçenek.”

İlk basamak tedavi: “Diyet ve egzersiz”

Biruni Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Hastalıkları Doç. Dr. Esra Şuheda Hatipoğlu diyabet yönetiminde “diyabet için ilk basamak tedavi diyet ve egzersiz” diyor ve şöyle devam ediyor: “Yüzde beşlik kilo kaybı bile insülin direncini azaltıyor. Enerjinin yüzde 30’undan azının yağlardan karşılanması ve egzersiz ile kiloda yüzde 5-7 oranında azalma sağlanabiliyor. Komplikasyonların da göz önünde bulundurulması şartı ile düzenli egzersiz yapmaları tüm diyabetli hastalara öneriliyor. Egzersiz insülin direncini azaltırken, yüksek riske sahip bireylerde tip 2 diyabet gelişimini engelleyebiliyor. Diyabet hastalarında daha çok tempolu yürüyüş ve yüzme gibi aerobik egzersizler tercih ediliyor. Oral antidiyabetik ilaçlar ve insülinler diyabette yaşam tarzı önerilerine ilave olarak kullanılıyor. Hangi hastada hangi tedavi şeklinin kullanılacağı hastanın durumuna, ek komplikasyonlarına ve yaşam alışkanlıklarına göre değişiklik gösteriyor. Yani bir diğer deyiş ile tedavi hastadan hastaya fark gösterebiliyor.”

Doç. Dr. Hatipoğlu bireysel tedavinin de önemin dikkat çekerek şu örnekleri veriyor: “Biruni Üniversitesi Hastanesi’nde baktığımız bir hastamızda insülin tedavisi ile başlangıçta yüzde 9.3 olan hemoglobin A1c değeri 3 ay zarfında 6.2’ye gerileyerek normal düzeylere inmişti. Bir diğer hastamızda ise hemoglobin A1c yüzde 13 olmasına ve kan şekerleri 300 mg/dl’nin üzerinde seyretmesine rağmen hastamızın ısrarla insülini reddetmesi nedeniyle diyet, egzersiz ve oral antidiyabetik ilaçların kombinasyonu başlandı. Planlanan tedavi ile 2 ayda açlık kan şekeri 100 mg/dl’nin altına kadar düştü. Bu örneklerden anlaşılabildiği üzere diyabet maksimum düzeyde uyum ve mevcut tedavi modaliteleri ile kontrol edilebilir bir hastalık ve en önemlisi de tedavi bireyseldir. Bir hasta için uygun olan tedavi bir diğeri için uygun olmayabilir. Tedaviye mutlaka hastanın da görüşleri alınarak devam edilmelidir.”