Sağlık Profesyonellerinin Dergisi
7 Ocak 2022

Dr. HASAN KUŞ

Türkiye’de sağlık sektörünün dönüşümünde yakın geçmişe kadar özel hastanelerin lokomotif rolü oynadığını söyleyebiliriz.

1989’da International Hospital’ın açılmasıyla başlayan süreçte nitelikli hastane binaları ve otelcilik hizmeti, modern ve güncel medikal teknolojiler ve elbette özenle seçilmiş hekim kadroları… Özel hastane sayısı hızla arttı, rekabet devreye girdi, hekimler muayenehaneler yerine hastalarına daha kapsamlı hizmet verebilecekleri özel hastaneleri tercih etmeye başladı. Özel sağlık sigortaları bu fırsatı kaçırmadı ve hızlıca pozisyon aldılar. Böylece sadece cepten ödemeli hastalar değil, riskin katılımcılar tarafından paylaşıldığı sigorta havuzları tarafından fonlanmış bir kitle de bu hizmetlere ulaşabilir oldu. Şirketlerin çalışan memnuniyetini artırmak amacıyla çalışanlarına grup sigortaları yoluyla özel sağlık sigortası yaptırmaları daha geniş kitlelerin özel hastanelerden faydalanabilmelerinin yolunu açtı. Kamu da önce kamu çalışanlarının, sonrasında tüm vatandaşların özel hastanelerin sunduğu hizmetlerden faydalanmasını sağlayarak sürece katkı yaptı. 2000’lerin ilk yarısında Sağlıkta Dönüşüm Programı devreye girdi ve bugünkü sisteme bizi taşıyan ulusal düzeyde önemli bir süreç başladı. Son dönemde, eskiyen hastane stokunu yenilemek amacıyla dev şehir hastaneleri hayata geçirildi.  

Bu hikayenin şaşırtıcı tarafı dönüşümün hizmet vericiler tarafından tetiklenmiş ve sürüklenmiş olması. Oysa ödeyicilerin sistemi yönlendirmesi beklenir. SGK, özel sağlık sigortaları, banka sandıkları…

Ödeyicilerin gücü büyük aslında, ama bu gücün yansımalarını göremiyoruz, hissedemiyoruz. Onlardan beklentimiz basit: Ödedikleri paranın nereye gittiğini, bir başka deyişle kullanıcıları ya da “müşterileri” için harcadıkları her bir kuruşun faydaya dönüşüp dönüşmediğini takip etmeleri. Mevcut durumda ödeyicilerin hizmet sağlayıcılarla anlaşma yaparken ve anlaşma süresince ödemelerini yaparken göz önünde tuttuğu kriterlerin hizmet kalitesini gözettiğini söylemek zor. Örnek vermek gerekirse; kalp bypass ameliyatlarında “gerçekleşen mortalite / beklenen mortalite” ilişkisine bakıldığını ya da hastane enfeksiyonlarına bağlı komplikasyonların takip edildiğini göremiyoruz.

Ödeyicilerin sağlık hizmeti, kalite ve maliyet ilişkisi, sağlık hizmetlerinin geleceği hakkında vizyonu çok önemli. Ödeyicilerin odaklandığı en önemli nokta hizmet bedellerinin enflasyona ezdirilmesi olunca, bu mesaj hizmet sunuculara hayatta kalabilmek veya kârlılık seviyesini koruyabilmek olarak yansıyor, yeni vizyon işi bir başka bahara kalıyor.

Son 30 yılda elde ettiğimiz kazanımlar var kuşkusuz. Türkiye’de güncel gelişmeleri çok yakından izleyen ve hatta bu gelişmelerin bir kısmına ön ayak olan çok nitelikli bir hekim kitlesi var artık. Hastanelerimizin tasarımı ve tıbbi teknolojisi oldukça güncel, sağlık turizmi yoğun. Öte yandan, hastaneler olarak ezberimiz oluştu. Teknoloji deyince aklımıza sıklıkla MRI veya Bilgisayarlı Tomografi’nin son modelleri geliyor. Bazı yetkinliklerimizi de pek geliştiremediğimizi görüyoruz. Mesela hastanelerimizdeki müthiş altyapı ve işletim sistemlerinin yarattığı veriyi iyi işlediğimiz söylenemez. İşletim yazılımlarının sadece operasyonu sürdürmek amacıyla tasarlanmış ve uygulama sokulmuş olması, kaliteli olmayan veri denizi yaratıyor. Bu ortamda nitelikli analiz çok güç ve zahmetli. İş zekası yazılımlarına yapılacak sınırlı yatırıma da “kıyamayınca”, veri yığının altında kalıveriyoruz. Veri elimizin altında, çok daha fazlası da yolda, ama biz henüz bu değerli madeni nasıl işleyeceğimizi çözebilmiş değiliz.

Zaman içerisinde bazı gelişmeler de gözlemliyoruz. Özel hastaneler özellikle dermatoloji, plastik cerrahi gibi bazı branşlardaki hekimleri bünyelerinde tutmakta zorluk çekiyorlar, muayenehaneler yeniden canlanıyor. Acaba bu gelişme bazı hasta gruplarının ya da sağlıklı insanların beklentilerinin farklılaşmış olmasından kaynaklanıyor olabilir mi? Sağlıklı insanlar hastalarla aynı fiziksel ortamda bulunmaktan kaçınıyor olabilir mi? Hastaneler sağlıklı yaşam konseptine uyum göstermekte zorluk yaşıyor olabilir mi? Bunlar kafa yorulması gereken önemli sorular olarak önümüze çıkıyor.

Özetle; ödeyiciler tarafında tanı ilişkili gruplar, değer bazlı ödeme gibi hizmet sunucuları nitelikli veri toplamaya ve işlemeye yönlendirecek vizyoner açılımlara ihtiyaç var. Sadece hastalar için değil, toplumu sağlıklı tutmak için Sağlık Bakanlığı ve ilgili diğer paydaşlarla birlikte politikalar geliştirilmeli.

Hastaneler ve diğer hizmet sunucuların ise ezberimizi nasıl bozarız diye ciddi olarak kafa yormaları gereken bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum. Bu aşamada daha fazla bina, tıbbi cihaza ihtiyaç yok. Yeni dönemde açılım için anahtar kelimeleri saymak gerekirse; check-up’a sıkışmış ortamı aşarak kapsamlı sağlıklı yaşam programları, hasta memnuniyetinden hasta deneyimi konseptine geçiş, hasta odaklı bakım, sağlıkta yerini almakta olan yeni teknolojilerin (uzaktan sağlık hizmeti vb.) hasta odaklı kullanımı, inovasyona açık ve katılımcı kurum kültürü, tıbbi sonuçların objektif kriterlerle ölçümü, klinik veri tabanlarına dahil olarak kıyas çalışmalarının yapılması, mevcut verinin nitelikli analiziyle büyük veriye geçiş hazırlığı olacak süreç iyileştirme çalışmaları…

Keşke 100’lerce yıllık kurumlarımız olsa, şirket sahiplerinin böyle hayalleri olsa. Bugünün sıkışık gündeminden kafamızı kaldırıp biraz daha ileriye bakabilsek aslında öyle şaşırtıcı işler yapabiliriz ki… Kritik bir dönemi yaşıyoruz, yeni bir faza geçmenin tam zamanı.