Sağlık Profesyonellerinin Dergisi
19 Ocak 2022

Dr. SEMRA BAYSAN
Sağlık Organizasyonları Yönetimi Uzmanı / Dr. Öğretim Üyesi

hospitalmanager Dergisi’nin bu sayısının hazırlıkları için aldığımız bilgiler “Hastanelerin dünya standartlarında hizmet vermesi için süslü binalar ve gerekliliği tartışılabilecek teknolojilerden ziyade güçlü tıbbi yapılanmaya, nitelikli hasta bakımına ve hasta/çalışan/tesis güvenliğine ihtiyacı olduğu bir gerçektir” diye başlıyor ve bu sayıda mercek altına alınacak konular veriliyordu.

Bu cümle onu ilk okuduğum andan itibaren beni hastane yöneticiliğindeki en önemli kaynağı yani insan gücünü, sağlık çalışanlarını düşündürmeye yöneltti. Yazımı da bu cümleyi baz alarak planladım.

Küresel hekim azlığı mı, kıtlığı mı?

Global olarak hekim sayısının az olduğunu biliyoruz ama bu kıtlık seviyesinde mi? Uluslararası ve yerel istatistiklere dayanarak her zaman sağlık uzmanı sıkıntısı yaşanacağını söylemek mümkün. Covid-19 pandemisi nedeniyle değişen ve artan riskler, yoğun ve zor, yeni ve alışılmadık koşullardaki çalışma temposu, üstüne bütün bu çabalarına rağmen emeklerinin karşılığını alamayan sağlık çalışanlarının işlerini bırakması ve hala da bırakmaya devam etmeleri sağlıkta ciddi bir krizin göstergeleri. Öylesine bir kriz ki bu, istediğiniz zaman bir hekimle tanışmak, danışmak ve görüşmek bir lüks olacak. Uzmanlar artık bir kıtlıktan söz ediyor.

Son 3-4 yıldır Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nde sağlık yönetiminde yüksek lisans yapan öğrencilere sağlıkta teknolojik gelişmeler ve dijitalleşmeden de bahsediyorum. Tez danışmanlığını yaptığım, Katar’dan Malak Al-Shawish, 23 Ocak 2020’de, Covid pandemisinin ortaya çıkmasından hemen önce, savunmasını yaparak Yüksek Lisansını tamamladı. “Katar’da Sağlık Hizmetlerinde İnsan Gücü Yetersizliği ve Teletıbbın Geleceği” tezinin başlığıydı.

Yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşme tekniğiyle Katar’da seçilen hastanelerdeki genel müdür seviyesindeki kişilerle görüşmeler yaptı. Özetle söylemek gerekirse, çalışmada, sağlık çalışanı açığını diğer ülkelerden uzmanları çekerek çözmeye çalışan Katar’da, tıp alanındaki liderlerin teletıp uygulamaları sayesinde tıbbi personel eksikliğini ortadan kaldırmayı veya en azından kontrol altına almayı düşündükleri görüldü.

Elbette, Katar sadece bir örnek. Evrensel olarak her yerde artık sağlık çalışanlarının kısıtı konusunda hemfikiriz.

Aslında bu konudaki büyük uyarı 2013 yılında DSÖ’den gelmişti. Brezilya’da yapılan “Sağlık için İnsan Kaynakları Üçüncü Küresel Forumu”nda 2035 yılına kadar küresel olarak 12.9 milyon sağlık çalışanı açığı olacağı tahmini yapılmıştı. İstatistiklere dayanarak, küresel olarak “her zaman” sağlık uzmanı sıkıntısı olacağı artık kabul ediliyor.

Bugün hizmet veren hekimlerin de gelecek 10 yıllarda yaşlanacağı ve daha hızlı yaşlanan toplumlarda bunun daha çok hissedileceği açık. Bu nedenle insan kaynağının sürekliliğini sağlamak daha da önem kazanıyor. DSÖ bu riski de göz önüne alarak insan kaynakları açısından neler yapılabileceğine dair çalışmalar yapıyor, çalışan sayısını artırma, ayrılmaları azaltma, sağlık hizmetlerinin tüm dünyada yaygınlaştırılması konularında önerilerde bulunuyor ve sağlık çalışanlarının seslerini daha iyi duyurabilmesi için fikirler üretiyor.

2013 yılındaki forumda, insan kaynaklarının gelişimini desteklemek için teknik ve politik liderliğin arttırılması; ön saflardaki sağlık hizmetlerini daha erişilebilir ve kabul edilebilir hale getirilmesi; sağlık çalışanlarının küresel dağılımının dengelenmesi veya yoksul ülkelerde kalma oranının arttırılması için öneriler yer aldı. Forum ayrıca sağlık çalışanlarına evrensel sağlık sigortası politikalarının geliştirilmesinde söz hakkı verilmesini tavsiye etti. Global olarak bu konularda çalışıldığını ve ilerlemeler kaydedildiğini biliyoruz ama dünya çapındaki hekim kısıtının çözülemediği ortada.

Dünya nüfusunun yarısının sağlık hizmetlerine ulaşamadığı ve bir sağlık krizine doğru ilerlediğimiz uzmanlar tarafından sıklıkla vurgulanıyor. Covid-19 krizi de işte böyle bir ortamda çok büyük bir kriz örneği olarak yaşandı. Benzer pandemilerin de ileride yaşanması kaçınılmaz görünüyor.

Evet, toplumlar yaşlanıyor, ancak teknolojik gelişmelerin katkısı ile teşhisteki başarılardan dolayı ömür uzuyor ve doğal olarak kronik hastalıkları olan insanların sayısı artıyor ve tedavi ihtiyacını beraberinde getiriyor. Zaman geçtikçe daha çok kişinin hekime ve sağlık uzmanlarına ihtiyacı olacağı çok açık. Bu nedenle sağlık işgücü yaratımını nüfusun ihtiyaç ve beklentileriyle eşleştirmek çok önemli. Hastanelerin erişilebilir, kaliteli ve maliyet etkin, başarılı hizmet verebilmesinde sağlık işgücü temel unsur.

Sağlık işgücünün, hakkaniyetli ve uygun şekilde ülke içindeki dağıtımı/ dağılımı, elde tutulması ve yönetimi yüksek performanslı bir sağlık sistemi için çok önemli. Devletin ilgili kurumlarında bu alandaki senaryolar, ulusal kaynakların (kamu, özel ve harici/dış kaynak) bugünkü hali ve gelecekteki varlığı ile sorgulanmalı ve Covid-19’un yarattığı değişimler de göz önüne alınarak güncellenmelidir.

Hekimle görüşebilme lüksü

Yaşanan pandemi, her alandaki teknolojik gelişmelerin önemini toplumlara roket hızıyla öğretti.

Hemen her şey bir anda uzaktan çevrimiçi yapılmaya başlandı. Eğitim ve sağlıkta bu değişim yoğun yaşandı, teknolojinin sayesinde nelerin yapılabileceği ya da yapılamayacağı anlaşıldı, eksiklikler algılandı, tartışıldı. Aşılamaların hız kazanması ve tedavide atılan önemli adımlarla, kontrollü ve kurallı yeni yüz yüze yaşama dönüş başladı.

Ancak talebin büyüdüğü dünyamızda hekimler ve hastalar, hatta hemşireler ve hastaların birbirine erişimi problemleri artacak. Sağlık çalışanlarının eşit olmayan coğrafi dağılımı da bir başka engel. “Her” sağlık konusu hakkında hekimlerle konuşabilmenin lüks haline gelmesi bekleniyor. Hatta, sadece yüz yüze değil hekimle telefonda bile konuşabilmenin giderek zorlaşacağı vurgulanıyor.

Artık yapay zeka destekli ön görüşmelerin düzenlenmesi, hekimle yüz yüze görüşme için beklerken bir sohbet robotunun, hekimin daha sonra işine yarayacak bilgileri hızlıca alması hiç birimizi şaşırtmayacak ve bu işlemlerin aslında zaman ve hizmette kalite kazandıracağını biliyor olacağız. Tam bu noktada yapay zeka destekli bir sohbet robotunun hekimlerin yerini almasının söz konusu olmadığını vurgulamak isterim.

Sohbet robotunun mekanik sesi çoğunlukla sevilmiyor. Ancak pandemiyle birlikte bu alandaki tüketici davranışlarının da değiştiği görülmekte. Telefonda bir sohbet robotunun bilgi vermesi ve tuşlarla yönledirilerek problemi çözmeye yardımcı olması -zaman zaman sesli talepleri doğru anlayamasalar ve bizi kızdırsalar da- artık daha olumlu karşılanıyor. Sonuç henüz çok başarılı değil. Tecrübe arttıkça, beceriler geliştikçe performans artacak ve daha az hata ile daha hızlı işlem yapılabildikçe tüketici tercihlerinin de bu yönde değiştiği görülecek. Bunun yapılabilmesi için hem devlete hem de hastanelere görevler düşüyor.

Daha iyi hekim ve hasta iletişimi, tanı ve tedavinin takibi ve tahmini için yeni teknolojilerin kullanılması hizmet sunucularının performansını artıracaktır. Tabii, öncelikle bunu desteleyecek kültürel değişim ve kültürel uyum için hem sağlık çalışanlarının hem de hasta ve hasta yakınlarının -aslında tüm toplumun- farkında olması, bilgilenmesi, yetkinlikler kazanması gerekmekte. Bunun için de toplumdaki tüm kesimler için devlet politikalarının, eğitim plan ve programlarının oluşturulması gerekmekte. Bu değişim ve uyum hastanelerin sağlık sisteminin başarısını artıracaktır.

Türkiye’den

Gerçekten de teknolojinin yaygınlaşması ve geliştirilmesi, hastane, sağlık sektörünün alt yapısının ve insan kaynaklarının güçlendirilmesi sorunu çözmeye yetmeyecek. Toplumun kültürel olarak bu değişime hazır olması ve uyum sağlaması gerekli. Anaokulundan, üniversitelere, emeklilerden, yaşlılara sağlık okuryazarlığı, yenilikçilik, teknoloji farkındalığı ve kullanımı eğitimlerinin planlanması gerekli ve önemli.

Teknolojiden daha uzak olduğu görülen 60 yaş ve üzerine teknolojide yetkinlik kazandırma eğitimleri çok yararlı olacaktır. Akıllı telefon kullanımı, e-nabız, hayat eve sığar, yurt dışına çıkacaklar için gerekli uluslararası aşı kartı uygulamaları, örneğin healthpass.gov.tr gibi hayatımızın tam ortasındaki teknolojilere toplumun hızla hem teknik hem de kültürel olarak hazırlanması gerekmektedir. Yapılan araştırmalar ileri yaş gurubunun, çocuklarından değil, daha çok torunlarından bu desteği aldığını gösteriyor. Ancak, desteğin de, işlemi yapmayı öğretme değil, o işlemi yapma olduğu görülüyor. Aradaki boşluğu kapatmak çok kolay değil.

Hekimleri motive etmek

İlaç sektörümdeki yıllarımın hemen başında (1990’ların sonu) tanıma fırsatı bulduğum, daha sonra Okan Üniversitesi’nde ders verdiğim ve Üniversite Hastanesi’nin kuruluşunda yer aldığım yıllarda birlikte çalışmaktan çok keyif aldığım, gurur duyduğum değerli hocam, Prof. Dr. Semih Baskan, Temmuz 2021’de kaleme aldığı ve tamamını okumanızı önereceğim bir yazı ile bazı durumları gözler önüne serdi.

Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi eski Dekanı Semih Baskan yazısında, Türkiye’de bir hekim başına düş en nüfusun 498,2, OECD ülkelerinde ise bu oranın 341,3 olduğunu, kıyaslandığında da OECD ülkeleri ile aramızda 156,9 gibi bir fark olduğunu vurguluyor ve tıp fakültelerinin hem alt yapılarında hem de akademik kadrolarında yaşanan sıkıntılara değiniyor.1

Semih Hocam son cümlesiyle aslında her şeyi özetliyor: “Sonuçta yeşeren umutlarla girilen tıp fakültelerinden mezun olan genç hekimlerimiz yıkılan hayallerini gerçekleştirebilmek için yeni limanlara doğru yelken açıyorlar ne yazık ki.1

Yeni limanlara yelken açan genç hekimler sadece Türkiye’nin sorunu değil elbette. Ancak bu sorunu çözmeye çalışan diğer ülkelere bakınca başarılı örnekler görmek mümkün.

Siyasi Muhabir Yuen Sin 11 Şubat 2016’da The Straits Times haber kanalında yazdığı yazısında yurtdışında eğitim gören Singapurlu tıp öğrencilerinin Singapur’da uygulama yapmaları için nasıl teşvik edildiği anlatılıyordu. Sağlık turizmi alanındaki doktora tezimi çalıştığım dönemde okuyup, tezimde de yer verdiğim yazıda, ülke otoriteleri tarafından tanınan bir denizaşırı tıp fakültesindeki son iki veya üç yıllık eğitiminde bulunan herhangi bir öğrencinin başvurabileceği dört ila altı yıl arasındaki tıbbi kurslardan nasıl yaralanabileceği vurgulanıyordu. Yıllık 50.000 $ sınırına kadar, öğrenim ücretlerinin yüzde 60’ına kadarını kapsayan, karşılığında, üç yıla kadar devlet hastanelerinde hizmet vermeyi taahhüt etmek öğrencilere çok cazip gelmişti.

Elbette tüm öğrencilere cazip gelmemiş olabilir ama ülkenin “hekim kıtlığı” sorunu ile ilgili çalışmaları dikkat çekici. Singapur otoriteleri, sadece farklı ülkelerdeki uluslararası firmalardaki, kendi çalışanlarının değil, Singapur’daki yabancı sermayeli tedarikçilerinin eğitimini de odak noktası yapmıştır. Singapur, eğitim ve öğretim çabalarını artırmak için “yabancı yatırımcıların” bilgi ve teknolojisinden yararlanmış, ve hedeflediği kitlelere uygulamıştır. Singapur, bu entegre beceri ve politikalarının olumlu sonuçları sayesinde dünyadaki en nitelikli işgücünden birini geliştirmiştir. Ayrıca Sağlık Bakanlığı destekli Sağlık Çalışanı Geliştirme Programı kapsamında Singapurlu hekimler dünyanın en iyi sağlık merkezlerine gönderilip eğitilmekte ve ardından hizmet için ülkelerine geri dönmektedirler. Bu hekimler uluslararası düzeyde üstün sağlık hizmetini geri dönüşlerinde beraberlerinde getirip uygulamaktadırlar.

Hastaları tasarlamak

Pandemiyle birlikte bir yere giderken sağlık hizmetine erişim artık bir alternatif olmaktan çıkıyor zorunluluk haline geliyor. Şöyle söyleyebiliriz; cerrahi operasyonlar, radyolojik görüntüleme gibi hastane binasında yapılması gereken işlemler dışında hizmet sağlayıcılara gidilmesinin gerekli olmadığı bir sağlık sistemi kurgulanıyor. Hizmet, hastalar yani müşteriler nerede ise orada -evi de dahil olmak üzereverilmesi ihtiyacı hastanelerin iş yapma biçimini değiştiriyor. Sektördeki diğer bazı oyunculara fırsatlar yaratıyor. Evde PCR testi yapımı, sonucun e-posta ile Türkçe ve İngilizce iletilmesi gibi.

Bu değişim sağlık kuruluşlarını, her defasında daha büyük hastanelere yatırım yapmak yerine, hasta neredeyse hizmeti orada verebilmenin yollarını aramaya ve hastanın durumunu yeniden tanımlamaya yöneltmeli.

Hizmet sunucuları, yenilikçi yıkıcı yaklaşımlara ve teknolojik alt yapıya yatırım yapmaya devam ederken, bu teknolojileri kullanabilecek yetkin ekiplere sahip olmayı, ekipleri bu alanlarda sürekli geliştirmeyi önceliklendirmeli. Uzun dönemdir gündemde olan hasta odaklı, hastayı merkeze alan yaklaşımının, dijital dönüşüm yaşadığımız günümüzde artık yeterli olmadığı görerek, hastanın bu yeni dünyaya uyumuna ve kültürel değişimine, yani hastanın tasarımına öncülük etmeli.

Son sözler

Dönüşüm ve değişimin çok kolay olmadığını biliyoruz.

Yıkıcı Yenilikçilik – İnovasyon (Disruptive Innovation) ve Yapılacak İşler (Jobs To Be Done)’in isim babası Clayton Christensen, 12 Şubat 2012’de Harvard Business School’daki konuşmasının başında, ani gelen hastalığına değinerek, neden bu konuşmasını yere bakarak, bazen duraklayarak ve doğru kelimeleri bulamayarak yaptığını anlatmıştı. “Sağlık hizmetleri nasıl kalitede daha yüksek, maliyette daha düşük ve yaygın olarak erişilebilir olabilir” başlıklı konuşmasında sağlık sistemlerinde birinci basamak hizmet veren birimlere yüksek teknolojinin getirilmesinin gereklerini anlatmıştı. Yıkıcı yenilikçilik ve teknolojiyle birlikte, daha düşük maliyetle daha basit işlemlerin yapıldığı ilk basamaklarda artık daha sofistike işler yapılabilecekti. 23 Ocak 2020’de kanserden vefat eden Christensen bu mekanizma ile de sağlık hizmetlerinin daha uygun fiyatlı ve erişilebilir olacağını vurgulamıştı.

Yıkıcı İnovasyonun isim babası Prof. Christensen’in söylediklerinin pandemide bir kez daha doğrulandığını gördük.

Bill Gates 22 Aralık 2020 tarihinde “Bu atılımlar 2021’i 2020’den daha iyi yapacak” başlıklı yazısında, “Geçen bahar, Covid-19 pandemisinin boyutu netleşirken, bu bir dünya savaşı gibi, ama bu kez hepimiz aynı taraftayız” diye yazdığını bir kez daha vurgulamıştı.

Umarım sağlık sektöründe devlet, ilgili birimler, hizmet sunucuları, STK’lar, hastalar, yani toplumlar olarak, pandemiyle temellerinden değişen bu yeni dünyada hepimizin aynı tarafta olduğunu, aramamız gereken çözümlerin en başında hekimlerin ve sağlık çalışanlarımızın, yıkıcı yenilikçi teknolojilerin, dijital ve kültürel dönüşümün geldiğini unutmayız.

Ek: